Headlines News :
Home » » Ahmet Reyiz yılmaz ne düşünüyor

Ahmet Reyiz yılmaz ne düşünüyor

Written By Blogspot on 25 Ocak 2012 Çarşamba | 01:49



Ne Düşünüyor
Sağlık hizmetleri her kesime eşit şartlarda devlet tarafından sağlanması gereken en önemli ve en temel vatandaşlık haklarının başında gelmektedir.

         İnsanlarımız sağlık hizmetlerinden Kamu ya da Özel ayırımı yapmadan yararlanma hakkına sahip olacaklardır. Bu hak için sahip olunması gereken tek
         şart vatandaşlık numarasıdır.

         Her vatandaşımıza Devlet tarafından bir sağlık kimlik kartı verilecektir. Bu kart doğum anından itibaren her vatandaşımızın tüm sağlık hizmetlerini
         yürütmesini sağlayacağı belge niteliğinde olacaktır. İlaç alımı için reçete ve mevcut sağlık kimlik kartı haricinde hiçbir belge aranmayacaktır.
         Kişisel sağlık kartı vatandaşımızın hastaneye girişinden itibaren tedavisinin tamamlanmasına kadar kullanılacak tek evrak olacaktır.

         Herhangi bir sağlık sorununda sorumlu olacak olan sağlık kuruluşu kamu ya da özel ayırımı yapılmadan ilgili hastalığa tam donanımlı tedaviyi
         sağlayabilecek olan ve hastaya  en yakın sağlık kuruluşu olacaktır.
         İlgili hastalığın tedavisinde hastaya mesafe olarak birinci halkada bulunan kuruluşların dolu olması durumunda sorumluluğun en yakın ikinci halkadaki
         kuruluşa geçeceği bir sistem esas olacaktır.

 Eğitimde fırsat eşitliğinin tartışma dahi yapılamayacağı bir diğer konu eğitimdir. Eğitim araç ve gereçleri ilköğretim, lise ve üniversite öğrencileri için ücretsiz olacaktır.

     Üniversiteye giriş sınavı kademeli olarak kaldırılacaktır. 5 yıl içinde fiziki koşulların tamamlanmasıyla beraber üniversite giriş sınavı tamamen kaldırılmış olacaktır.
     Üniversite eğitimi her vatandaşımıza eşit şartlarda özel yetenek ve eğilim testlerine göre belirlenen alanlarda verilecektir.

     Üniversite sınavı ve seviye belirleme sınavlarının hiç biri olmayacaktır.

     Ailesinden uzakta öğrenim hayatına devam eden her öğrencimizin barınma ve ulaşım giderleri devlet tarafından karşılanacaktır.

     Başarılı ve ileri seviyede yeteneklere sahip tüm öğrencilerimize, talep etmeleri durumunda eğitim gördükleri alanlarda ilerleme sağlamış ülkelerin
     üniversitelerinde eğitimlerini güçlendirmek amacıyla devlet tarafından yurtdışı eğitim bursları sağlanacaktır.

     Eğitim sandığı adı altında bir fon oluşturularak her vatandaşımıza eşit eğitim şartı tahsis edilecektir.

     Zorunlu eğitim süresi 11 yıl olacaktır.

     Okula başlama yaşı 6 yaşına indirilecektir. Lise 3 yıla düşürülecektir. Böylece nüfusumuzun istihdam ve üretime 2 yıl daha erken katılımı sağlanmış olup,
     bu süre emeklilik yaşının geri çekilmesine yarayacak şekilde yeniden düzenlenecektir.

     Eğitim dili Türkçe dışında bir dil olmayacaktır.

     Hazırlık sınıfları iptal edilecek ve gereksiz yıl kaybı ortadan kaldırılacaktır. Bunun yerine yoğunlaştırılmış dil programları eklenerek yabancı dil öğrenimi
     geliştirilecektir.

     Eğitimde esas milli bir eğitim olacaktır.

DIŞ POLİTİKA

AB

Türkiye AB üyelik sürecinde çok fazla yorulmuş, yıpratılmış ve taviz vermiştir. Türkiye’nin, AB’nin bir parçası olmak adına gayret sarf etmesi gibi bir durum söz konusu dahi olamaz.
Bugünkü AB ülkeleri 1856 Paris antlaşmasının sonucu olarak Türkiye`nin Avrupa Ülkeler topluluğunun bir parçası olduğunu kabul etmişlerdir.

AB ÖZÜR DİLEMELİ VE MİLLETİMİZE İADE-İ İTİBAR SORUMLULUĞUNU İFA ETMELİDİR.

Avrupa birliği yolunda milletimizin onuru son derece rencide edilmiştir. AB bir yandan Türkiye’deki vatandaşlarımıza haksız vize uygulaması yaparken, diğer yandan orada yaşayan
insanımızı ayrıcalıklı muameleye tabi tutmaktadır. Milletimiz bu onur kırıcı muameleyi kabul edemez ve sürdüremez.

1970 Katma Protokol

AB ile imzalanmış olan 1970 Katma protokol ve diğer anlaşmalarda Türkiye’nin hak ettiği ve AB’nin imzalamış olmasına rağmen yerine getirmediği önemli hususlar bulunmaktadır.
Bu haklarımızdan bir tanesi de Türk vatandaşlarının Avrupa’da serbest dolanımıdır. AB, Türk milletinin önceki anlaşmalarda elde   etmiş olduğu hakları milletimize teslim etmediği
sürece Türkiye ile bir beraberliği düşünmemelidir. Türkiye şartları koyan duruma gelmeli ve AB’nin geçmiş sözlerini tutacağı bir süreci izlemeye başlamalıdır.
Aksi durumda AB ile bir beraberliğin düşünülmesi söz konusu olamaz.

AB miyadini tamamlamıştır.

AB, gerek nüfus yapısı gerekse yeraltı ve yer üstü zenginlikleri açısından geleceğini tüketmiş bir yapıya sahiptir. Bu nedenle AB kendi geleceğini ayakta tutabilmek için gözünü doğunun zenginliklerine dikmiştir.
AB ile Amerika arasındaki ticaret hacminin büyüklüğü düşünüldüğünde ise Amerika`daki daralma  AB`yi daha da büyük sıkıntılara sokacaktır. AB`nin çok yakın bir gelecekte kıtlık, kuraklık ve yüksek fiyatlar altında ezilen bir topluluk haline dönüşmesi ise kaçınılmazdır.

AB, bize “Avrupa’ya bak” derken kendisi arka bahçemiz olan doğuya yönelmiştir.

Zenginlik, enerji kaynakları, dinamik nüfus, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri batıda değil, İslam coğrafyasının bulunduğu doğudadır. Bu vesile ile Müslüman bir ülke olan ve tarihsel mirasının kökleri doğuya sağlamca bağlı olan Türkiye için yüzünü doğudaki zenginliklere çevirme zamanı çoktan gelmiştir. Türkiye, AB masalı ile yeterince zaman kaybetmiştir. Artık reel zenginlik ve değerlere sahip olan, kendisinin de bir bütünün en büyük parçası olduğu doğu coğrafyalarıyla ilgilenmelidir.

KIBRIS

Kıbrıs bir Türk toprağıdır. Kuzey Kıbrıs’ın müstakil devlet halinde tüm dünyaya tanıtılma zorunluluğu vardır. Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki hak ve garantörlüğü tartışma konusu dahi edilemez.

ORTADOĞU

Türkiye’nin Ortadoğu’daki meselelere kayıtsız kalması söz konusu dahi olamaz. Bugün için Ortadoğu büyük değişim ve gelişmelere açıktır. Ortadoğu’yu bekleyen en önemli mesele İsrail ve İran arasındaki gerginliğin nasıl sonuçlanacağıdır. Bu mesele tüm bölge ile beraber dünyanın geleceğinin şekillenmesinde belirleyici temel unsurlarından biridir. Burada Türkiye meseleye birçok açıdan bakmak zorundadır. Türkiye, ABD ve İsrail ittifakı ve İran –Rusya ve daha da tehlikeli olan Çin ittifakını da göz önünde tutarak resmin tamamına bakıp bir tavır ve duruş sergilemek zorundadır. Türkiye’yi ne yazık ki Irak ya da Afganistan’daki kadar mesafeli duramayacağı gelişmelere gebe bir süreçle karşı karşıya kalacaktır. Türkiye bundan sonraki süreçte Ortadoğu başta olmak üzere insanlığın kaderine etki edecek bir sürecin baş aktörü olacak bir yapının içinde kendini bulabilir.

ABD

Amerika artık eski gücünde değildir. Kendisi bir taraftan güç kaybederken diğer taraftan Çin, Rusya ve bu iki devletin katkısıyla İran güç kazanmaktadır. Amerika bu kadar sorunla uğraşırken gereksiz bir şekilde Türkiye’yi yıpratmış ve Türkiye’nin gücünü görmezden gelerek her yere sahip olma arzusu ile otokontrolü kaybetmiş ve zayıflama sürecine girmiştir. Son derece zayıf düştüğü bir dönemde ise arkasına Çin ve Rusya’yı almış, öte yandan bölgede Lübnan ve Suriye’yi alma ihtimali yüksek İran gibi bir güç ile karşı karşıya gelmiştir. Amerika İran’dan önce Irak ve Afganistan’da kendisine müdahil olmayan bu devletlerin, İran ve Amerika arasındaki sıcak bir savaşta aynı durum ve pozisyonu almayacaklarını bilmektedir. Dolayısıyla hem bölgeyi hem Amerika’yı hem de insanlığı zor bir süreç beklemektedir.

İSRAİL

İsrail; ABD, AB ve diğer ülkelerdeki gücünü bugüne kadar Türkiye’nin hizmetine vermeyerek bölgedeki varlığı ve geleceği ile ilgili son derece stratejik bir hata yapmıştır. Türkiye’nin gücünün ve bölgede yapabileceklerinin aslında Amerika’dan daha fazla olduğunu bilmesine rağmen bu güçten akıllı ve stratejik açıdan mantıklı bir şekilde yararlanamamıştır. Özellikle son yıllarda artan Türkiye’nin menfaatlerini zedeleyecek politikalar üreten Amerika’daki etkin Yahudi guruplarını engellemek ve Türkiye’nin menfaatlerini kendi geleceğinin bekası için korumak zorundadır. Bu konuda yeterli gayreti gösterememiştir. Amerika, İran konusunun altından kalkamayacağı bir mesele olduğunu anlamakta geç kalmış ve hata yapmıştır. Çin ve Rusya’nın İran’a muhtemel desteği ve bu destekten güç alacak olan Lübnan ve Suriye’nin de müdahil olması ihtimali düşünülecek olursa, İsrail’i çok zor bir süreç beklemektedir. Bu sürecin içerisinden bekası ve varlığını koruyarak çıkabilmesi için Türklerin aleyhine olacak hiçbir projenin parçası olmamalıdır. Amerika’da yaşayan Yahudilere sahip çıkması gerekirse onlarla mücadele etmek zorunda kalacaktır. Bölgenin müstakil ülkesi olarak Türkiye’nin onların devlet olma ve burada barış içerisinde yaşam haklarına duyduğu saygının kıymet ve değerinin Amerikan varlığından çok daha önemli olduğunu anlamak zorundadır. Bundan sonra Amerika ve Avrupalı müttefiklerini doğru bir şekilde yönlendirerek Türkiye’nin menfaatlerinin ön plana çıkacağı bir gayret içerisinde olması kendi bekası için çok önemlidir.

ÇİN

Dünyayı ve insanlığı bekleyen en büyük tehdit ve tehlikedir. Hızla kapitalleşmektedir. Kapitalleşmesinin ve büyümesinin gereği olarak enerji ihtiyacı artmaktadır. Enerji kaynakları yetersizdir. Bu nedenle İslam, Türk ve Ortadoğu coğrafyasında egemenlik arayışlarına hızla devam edecektir. İran ve Rusya ile olan flörtü son derece tehlikelidir. Amerika ve batıda olduğu gibi emperyalizmi 3 sacayağına oturmaktadır. Ekonomik emperyalizmi hızla gelişmekte ve siyasal emperyalizmini Ortadoğu’da İran ve Rusya ile pekiştirmektedir. Bu sacayaklarının tamamlanması sonucunda kültür ve inanç emperyalizminin gereği olarak insanlığın göreceği en şiddetli kapitalleşme süreci olma ihtimali yüksektir. İran’ın Çin’e verdiği enerji desteği önemsenmelidir. Doğu Türkistan’da olanlar Çin devletinin her bölgede savaş durumunda yapabileceği acımasız katliamların küçük bir örneği ve uyarısıdır.

İRAN

İran elde etmiş olduğu nükleer güç ve bu gücü pekiştirme arzusu Türkiye tarafından dikkatle izlenmelidir. İran, Çin ve Rusya’nın vereceği büyük destekle bölgede gücünü artırarak bölge dengelerini değiştirmeye aday ülke durumundadır. İran`ın, Çin ve Rusya desteğiyle güçlenmesi aynı zamanda İran’ın bölgedeki siyasal Şia yayılımını da tetikleyebilir. Böyle bir durum Türkiye’nin bazı bölgelerini de olumsuz etkileyebilecek bir süreci doğurabilir. İran`ın tek başına gelişimi Türkiye açısından sorun teşkil etmeyebilirdi; fakat bu gelişimin arkasında Çin gibi geleneksel Türk düşmanlığı olan devasa bir güç ve inanç olarak Budist olan bir ülke olması her zaman göz önünde tutulması gereken en önemli unsurdur. Çin, İran ve Rusya arasındaki bu ittifak süreci İslam coğrafyası olan bu toprakların Çin gibi kitap ehli olmayan bir milletçe tahrip edilebileceği bir süreci de doğurabilir.

Türkiye’de yaşanmış olan krizlerin temel nedeni öngörü yoksunu ve art niyetli yönetimlerin uyguladıkları para politikalarıdır. Dünyanın da içine düşmüş olduğu bu mevcut kriz, Türkiye’yi daha az etkileyebilirdi. Bu hükümet de ne yazık ki ters para ve kur politikaları nedeniyle geçmiş dönemlerde olduğu gibi sadece parasal işlemlerle zenginleşen grupların büyümesine yardımcı olmuştur. Bir taraftan düşük kur ile kendi ihracatını yok eden hükümet, diğer taraftan ithalata dayalı ve üretimi kısırlaştıran bir ekonomik modeli benimsemiştir. Diğer hükümetler, değeri düşürülen paraya dayalı kur politikası ile milletin hazinesini yabancılara talan ettirirken, bu hükümet ters bir işlemle değeri artırılan para ile hazineyi boşaltma yoluna gidip değerli para ile milletin gururunu okşayarak soygun yoluna gitmiş ve milletimizin borcunu kat be kat arttırmıştır. Her iki kur politikası da netice olarak hazineye para satanları zenginleştirmekten, üretimi düşürmekten ve buna bağlı olarak da işsizliği arttırmaktan başka hiçbir işe yaramamıştır. Kapasite kullanımı düşerek işyerleri teker teker kapanmıştır.

AKP değerli parave ters spekülasyon yolu ile para tüccarlarını zengin ederken milletimize "Bakın paramız değerlendi’ imajı vererek her konuda olduğu gibi bu konuda da milletimizi büyük bir aldatma ile kandırmıştır. Değerli para mantığı ile çıkılan bu yolda Türkiye daha önce yaşamadığı bir sorunla da karşı karşıya bırakılmıştır. Özellikle emlak başta olmak üzere birçok emtiada fiyat enflasyonu yaşanırken ısrarla hükümet düşük enflasyondan bahsederek milleti bir garip ekonomik kargaşa içerisine sokmuştur. Bu sayede Türk halkı yeni bir ekonomik hastalıkla tanışmıştır. Şöyle ki, TL karşısında ezilen diğer paraların karşılığı olarak emtia ve emlak değerleri hükümet eliyle Türkiye’de reel yani gerçek fiyatların çok üzerinde bir seviyeye çıkması sağlanmış ve bu da kısa bir süre sonunda piyasalarda durgunluğa yol açmıştır. Örnek verecek olursak; Türkiye’de son 7 yılda emlak değerlerinde en az 4-5 kat yani % 500’ler üzerinde bir artış gerçekleşmiş ve böylece zenginlerin zenginlikleri katlanarak artmıştır. Öte yandan memura, işçiye ve çalışan insanımıza gelir açısından aynı oranda bir artış olmaması nedeni ile milletin gerçek alım gücü daha da kısır ve düşük hale getirilmiştir. Bu durumun aşılması için ise insanlarımız son derece tehlikeli olan bir sürece hükümet eliyle itilmiştir. Bu da, konut ve diğer bireysel kredi ve kredi kartı tuzaklarıdır. Emlak piyasası ve diğer ihtiyaçlar karşısında geliri aynı oranda artmayan insanlarımızın aradaki alım gücü farkını kapatmak adına, alım güçlerini arttırmak için yasal tefecilik ile gelecekleri borç ve ipotek altına alınmıştır.

İnsanlar, olmayan paraları ile borçlandırılarak 2-3 yıl gibi sahte bir sürecin içerisine AKP tarafından itilmiştir. Bugün gelinen süreçte ise, hem devletimiz hem de insanlarımız toplam borç yükünü 220 milyar dolardan yaklaşık 500 milyar dolara getiren neredeyse borç yükünü 2,5 katına çıkaran AKP iktidarı ile karşı karşıya kalmıştır. Faizle milleti borçlandıran ve geleceğini elinden alan bir iktidar ve bir liderle karşı karşıya kalan milletimiz, durumunu her açıdan sorgulamak zorundadır. (*)

ÖZELLEŞTİRME

Türkiye “liberal ekonomi” adı altında ortaya atılan sahte söylemlerle talan edilmiştir. Borçlanmanın bu kadar yüksek bir seviyede olduğu bir ülkede, borç ve faiz vanaları kısılıp, kapatılmadan KİT‘lerinizi satarak ekonomik rahatsızlıklarınızı gideremezsiniz. Nitekim AKP, Cumhuriyet tarihimiz boyunca devlete milletin malı olarak kazandırılmış ne varsa satmıştır; buna rağmen hepimizin gördüğü gibi bu satışlarla İMF’ ye olan borç dahi kapatılamamıştır. Öte yandan, borç yükümüz de hızla artmaya devam etmiştir. Burada şunu sormamız gerekmektedir: Sadece 30 milyar dolar özelleştirmeden gelir elde ettiğini iddia eden hükümet nasıl olur da 22 milyar dolar tutarındaki İMF borcunu kapatamamıştır?

Borçlarımızın ödenmesine hiçbir katkısı olmayan özelleştirmeler yapılarak bu değerli kurumlar milletimizin ve çocuklarımızın elinden alınıp AKP’nin içindeki ve dışındaki yandaşlarına satılmıştır. Bu durum insanımıza ciddi ve büyük istihdam kaybettirirken, devlete de gelir sağlayan kurumların heba edilmesi anlamına gelmiş ve işsizliği de artırmıştır. Yetim hakkı yememe iddiası ile iş başına gelen iktidar ve onun lideri, yetimin değil yetimden doğacak olanların dahi haklarını yedirmek yolu ile milletimizin bu değerli kaynaklarını yok pahasına elden çıkartmıştır.

IMF İLİŞKİSİ

Türkiye’nin IMF ile hiçbir kredi ihtiyaç ilişkisi ekonomik olarak bulunmamaktadır. IMF ile olan ilişkiler siyasi tavizler nedeni ile sürdürülmektedir. IMF, milletimizin tepesine beceriksiz siyasiler eliyle çöreklendirilen ve sürekli milletimizin aleyhinde kanunlar çıkartılmasını salık veren bir yapıdır. Türkiye’nin bu gereksiz ilişki kıskacından bir an önce çıkartılması daha sağlıklı bir ekonomi için ön şarttır. AKP bu ilişkiyi bitirme cesaretini göze alamamaktadır. Nedeni ise siyasi olarak kendi iktidarının tehlikeye düşeceği endişesidir.

AB ve GÜMRÜK BİRLİĞİ

Bu konu, Türkiye’nin önündeki hastalıklı meselelerden bir diğeridir. Gümrük birliğinin Türkiye’de toptan kalitenin yükselmesi adına faydası inkâr edilemez; ama ihracatımızı yok eden, üretimimizi zayıflatan bu ilişki başlangıçtan itibaren AB lehine fayda sağlamaktan başka hiçbir işe yaramamıştır. Yeniden ülke menfaatlerimizi koruyacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Bu düzenlemenin önünde AB üyesi olmadığımız için hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle derhal bu birliktelik gereksiz malların ithalini ortadan kaldıracak ve ihracat kabiliyetimizin önünde engel olmayacak bir şekilde düzenlenmelidir. Bu sayede, üretim kabiliyetine sahip olduğumuz malların yurt içi üretimi artırılarak, bir yandan gelir elde edilecek diğer yandan istihdamın önü açılacaktır. Türkiye Gümrük Birliği ile Avrupa mallarının satış tezgâhtarı durumuna düşürülmüştür. AB yerine APEC ve NAFTA gibi ekonomik olarak daha da güçlü olan örgütlere üyeliklerin yolu aramalıdır... Bu örgütlerin AB’ den sayıca daha fazla ve yeni pazarları Türkiye’ye açacağı unutulmamalıdır. Bu örgütlere girişimizi sağlayacak ülkelerle olan ekonomik ve siyasi ilişkilerimiz masaya yatırılmalı ve bu işbirliği örgütlerine katılımın formülü bulunmalıdır. Örneğin, NAFTA’ ya giriş için Amerika’nın Türkiye’den onca talebi elde etmiş olmasına rağmen, bugüne kadar bu girişin elde edilememiş olması ise sorgulanması gereken bir diğer siyasi zafiyettir.

FİNANSAL YAPIMIZ

1980 yılında başlayan kamu bankalarını iyice küçültülerek fon piyasasını özele geçirme süreci AKP eliyle hızlandırılarak neredeyse tamamlanma durumuna getirilmiştir. AKP hükümeti temelde hatalı olan bu uygulamayı bir adım daha öteye taşıyarak özel sektörümüzün elinde bulunan ve kamuya ait olan bankaların bir kısmını da yabancıya devretmek yoluyla ülkemizin ve milletimizin finansını yabancıya teslim etmiştir. Sn. Başbakan şu sözü lütfen iyi okusun: 1800`lü yılların ikinci yarısında İngilizler yayılmacılıklarını ve finansal kuvvetlerini parasal hâkimiyetleri sayesinde arttırınca, Fransa bu durumun mimarı olan Rothshcild ailesinin Avrupa finansını yönlendiren adamlarından Mayer Rothschild’a Fransa Cumhurbaşkanlığı teklif etmiştir. Fransız Parlamentosu tarafından kendisine şöyle denir: “Ekselansları lütfederlerse, kendilerini Fransa Cumhurbaşkanı olarak görmekten büyük onur duyarız.” Fakat bankacılığın babası sayılan bu ailenin büyük oğlu Mayer şu cevabı verir: “Bana bir ülkenin finansını bırakın, kanunlarını kim yaparsa yapsın”. Bu cevabı Sn. Başbakan ve AKP yöneticilerine atfediyorum. Umarım son 7 yılda finansımızı yabancıya teslim eden, bu beceri ve basiret yoksunu anlayış bu sözden gereken dersi çıkartarak milletimizin başına ne sıkıntılar açtığını iyice idrak eder…

ÇÖZÜM VE YAPACAKLARIMIZ

TÜRKİYE KENDİ DİNAMİKLERİYLE KONVERSİYONA GİDEBİLİR

Türkiye`nin borçlanma modeli ve finans yapısındaki bozulma 1980 sonrasında başlamıştır. Bu sürecin, ekonomistlerimiz tarafından daha dikkatle incelendiğinde kamu bankalarının özele devri ile başlayan yani devlet hazinesinin borçlanma kaynaklarının el değiştirerek özel banka eliyle özel şahsiyetlere devredilmesiyle başlayan bir bozulma süreci olduğu görülür.

Bu durumun en önemli sonucu şu olmuştur:

Kamunun sahip olduğu ve hazinenin borçlanmasına kaynak teşkil edecek olan millete ait fonların, aracıların elinde toplanıp yüksek faizle hazineye satışının önü açılmıştır. Piyasadaki fonların özel şahsiyetlere, özel bankalar eliyle geçmesiyle kamu kontrolünden çıkan ve özelde toplanan fonlar nedeni ile hazine ve hükümetler pazarlık gücünü ellerinden çıkarmak gibi büyük bir yanlışın içerisine düşmüştür. Bu süreç 30 yıldır Türkiye’de hemen hemen her hükümet tarafından müdahale edilmeden kamunun özele transferi şeklinde devam etmiştir. Ne yazık ki son 30 yılımızda finans yapımızdaki bu değişim incelendiğinde özetle şunu görmekteyiz: 1980 öncesi Türk finans sisteminde kamunun sahip olduğu banka ve şube sayısı ve bununla orantılı fon tutarı % 85`ler oranında kamu sektörünün elinde iken Türkiye’nin iç borcu hemen hemen hiç yoktu; dış borcu ise sadece 13,6 Milyar $ kadardı. Öte yandan, özel finans kurumu ve bankaların şube sayısı ve sahip oldukları fon miktarı ise sadece %15 civarındaydı. Hazine, fon gücünü elinde tutan kamu sayesinde faiz oranlarını da belirleme gücüne sahipti…

Değerli milletim; Bu oranın halk dilindeki anlamı şudur: Devletimiz kendi finans sistemi üzerinde hakim güç olduğu için 1980 öncesinde yüksek faizle borçlanmaya ihtiyacımız yoktu; çünkü devlet kendi kaynakları üzerinde tasarrufunu göz önünde tutarak, hazine ihtiyacı veya piyasalardaki faiz oranını istediği şekilde kontrol edebiliyordu. Bugünkü mevcut durum ise, 1980 öncesinin tam tersidir. 30 yıllık süreç sonunda ve AKP’nin hızlandırılmış katkısı ile geçmişteki bu oranlar tam tersine dönerek milletin finansal gücü özel sektör ve yabancıların eline bırakılmıştır. Yani devlet, faiz ve finans yönetimi üzerindeki etki ve gücünü özel sektör ve yabancılara devretmiştir. Şu an itibari ile özel sektör ve yabancıların elinde bulunan banka ve şube sayısı ile fon yönetimi, geçmişin aksine % 85 civarında iken bu oran kamu bankalarımız açısından sadece % 15 civarındadır. Bu rakam ve oranlardan sonra Başbakan ve AKP hükümetinin % 15’e dahil olan Halk Bank ve Ziraat Bankasının özelleştirme gayretinin ne anlama geldiğini siz değerli milletime bırakıyorum!!!Gelinen finansal yapıdaki bu durumun anlamı ise şudur:

Bankalar eliyle fon kontrolünü elinde tutan özel şahsiyetler kendilerini tatmin eden faiz oranlarını görmedikleri sürece hazineyi finansal olarak desteklememektedirler. Böylece Türkiye’de arzuladıkları kar oranlarını yakalamaları için gereken faiz ayarlamalarını, gerek faiz oranları ile gerekse kur – faiz ikilisindeki ayarlamalarla tespit ederek hükümetleri bu şekilde ekonomik olarak kontrol altına almaktadırlar. Aynı zamanda bu yabancı ve özel şahsiyetler kendi ekonomik menfaatlerinin yanı sıra siyasal ve politik beklentilerinin karşılanmaması durumunda ellerindeki bu güç ile her an finansal sistemimizi sallama ve krize sokma güçlerine de sahiptirler.

Öyle zannediyorum ki çizmiş olduğum bu tablo bize,

Yukarıda belirttiğim gibi kendisine 1800`lü yılların başlarında Fransa’nın yönetimi teklif edilen ve bu teklifi reddeden Almanya’da yaşamış ve modern bankacılığın da kurucularından olan Mayer Amschel Rothschild‘ın haklılığını iyice göstermektedir.

ACİL OLARAK YAPILMASI GEREKENLER

Derhal 30 yıllık finansal çöküşümüzden gerekli dersi çıkartarak, kamu fonlarını kontrol edebilecek bir finansal reform sürecine girilmesi gerekmektedir. Sahip olduğumuz kaynaklarımıza daha düşük faizlerle ya da hemen hemen hiç faizsiz ulaşabilme imkânının önü açılmalıdır. Bunun için ise kaynakların kamu bankalarına transfer süreci hızlandırılmalıdır. Bu nedenle, kalan kamu bankaları güçlendirilip yanlarına ilave fon toplayan yeni kamu bankaları kurulmalı, PTT Bank gibi kurumların fon toplaması sağlanmalı ve buna yenileri ilave edilmelidir. Diğer yandan kamu sektörünün harcama ve finans ile ilgili tüm işlemleri kamu bankaları üzerinden yürütülmelidir. Gereksiz aracı fon kuruluşlarının türetilmesine son verilmelidir. Milletin kaynaklarının kamu eliyle maliyetsiz veya en düşük maliyetle kullanılması sağlanmalıdır. Böylece, yukarıda bahsettiğimiz “Konversiyon” sağlanarak artık insanlarımızın borç ve faiz yükü altında ezilmekten kurtulmalarının yolu açılmış olacaktır... Her şeyden önce bunların yapılması durumunda devlet yeniden finansına söz geçirir duruma gelerek milletin zenginlikleri ve değerleriyle beraber faiz batağında yok olup gitmesinin önüne geçebilir.
KREDİ KART BORÇLARI

AKP Hükümeti finans sistemini devretmiş olduğu yabancıların gönlünü hoş edebilmek için vatandaşına dünyada hiçbir yerde var olmayan bir kredi kartı aldatmacasıyla olmayan parayı kefalet altına almış, harcama seferberliğine müsaade ederek insanlarımızı ödeyemeyeceği harcamalara teşvik etmiştir. Böylece çok ciddi bir toplumsal sorunu milletimizin gündemine sokmuştur. Sorumluluk, bu tedbirsiz harcama yolunu açan hükümetindir.

Vatandaşımızı bunaltmış olan kredi kart borçlarının tüm faizleri devlet tarafından karşılanacaktır. Ana borç ise, uzun vadeye yayılarak vatandaşları mağdur etmeyecek bir rakamla geri ödenecektir. Faizlerin tamamı hükümetle bankalar arasında çözüme kavuşturulmalıdır.

ÇİFTÇİ

Kredi kartlarındaki sıkıntı ve zorluğun bir benzeri olan Türk çiftçisinin kredi borçları ve faizleri kırsalda toprakla uğraşan insanlarımızın yaşamlarını alt üst etmiştir. Bu durum hem çiftçimiz hem de sosyal ve sorumlu devlet adına sürdürülemez bir meseledir. Bu nedenle derhal çiftçimizin sırtındaki kamburları kaldıracak, onların daha mutlu edecek bir düzenlemeye gidilerek istihdam deposu da olan bu alan acil kurtarma planı içerisine alınacaktır. Çiftçimizin tüm kredi faiz borçları silinecektir. Ana borçlar uzun yıllara yayılacak ve bazı ürünlerin ekimi karşılığında süspansiyon sayılıp borçların anaparalarını da ortadan kaldıran bir model izlenecektir. Kuraklık nedeniyle ortaya çıkacak olan her sıkıntı devlet eliyle giderilecektir. Destek yetersizliği önleyip gerekli tüm destekler yeterli düzeye çekilecek ve bunun için özel bir fon oluşturulacaktır. Kredi kullanımındaki zorlukların önündeki tüm engeller kaldırılacak ve sıfıra yakın faizlerle ihtiyaçlar karşılanacaktır.

Maliyetlerin yüksek olması nedeniyle ortaya çıkan sıkıntılar maliyetlere yapacağı katkı paylarıyla maliyet destekleme programları oluşturulacaktır. Mazot gibi önemli girdiler çiftçimize çıplak maliyetleri ile üzerine hiçbir ek vergi getirilmeden verilecektir. Devlet kendi eliyle oluşturduğu tüm engelleri kaldırıp çiftçinin üretiminin önü açılacaktır. Organik gıda teşvik edilecek ve yine önemli bir girdi olan gübrenin özel bir formülle yüksek kalitede düşük maliyetle sağlanmasının yolu açılacaktır.

HAYVANCILIK

*AKP Hükümeti tarafından teşvik kapsamına alınan domuz derhal üretim ve teşvik dışına çıkartılacaktır. * Türkiye bir hayvancılık ülkesidir. Hayvancılığımız hızla geliştirilerek Türkiye’nin en önemli istihdam ve gelir getiren sektörü haline getirilecektir. Hedef kesinlikle kişi başına en az 1 büyükbaş ve farklı nitelikte 3 küçükbaş hayvan sayısına ulaşmaktır. Bu sayede İslam coğrafyasının et ve hayvansal ürün tedarikçisi durumuna gelinecektir. Kaliteli yem üretimi hayvanların ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmadığından üretim artırılarak bu konu desteklerle yoğunlaştırılacak ve hayvan sayısının artışını sağlayacak düzeye getirilecektir. Bu konuda mevcut destekler yetersiz kalmaktadır. Birçok hayvan hastalığı nedeni kayıplar devam etmektedir. Bununla ilgili özel tedbirler alınacak ve hayvancılığın önündeki bu büyük sorun ortadan kaldırılacaktır. Hayvan hastalıklarıyla ilgili tüm kaynaklar seferber edilecektir. Sınırdan giren kaçak hayvanların denetimi artırılarak kaçak hayvan ve et satımının önü kesilecektir. Kamu eli ile süt ve süt ürünlerinin talebi teşvik edilecek ve böylece ileriye dönük üretim olumlu etkilenecektir. Diğer ülkelerin seviyesinin üzerinde bir tüketim politikası izlenecektir. Ayrıca bu konu ile ilgili ihracata yönelik çalışmalarda teşvik edilecektir. Damızlıklar ve süt hayvanlarına yönelik teşvik verilecektir. Süt üretimimizin önünde engel olan başta süt tozu ve diğer tüm ithal ürünlerin ithalatı durdurulacaktır. Türkiye dünya genelinde süt ve süt üreticisi ve ihracatçısı durumuna getirilecektir.

Kanatlı sektörü

Kanatlı hayvan sektörü hükümetlerin ilgisizliği ve dünya rakiplerinin Türkiye üzerinde oynadıkları spekülatif tutumlar nedeni ile büyük bir sıkıntı içindedir. Kene sorununa hala çözüm bulunulamaması piknik sayesinde tüketilen kanatlı miktarını azaltmaktadır. Kene başta bu sektörü etkilemekte ve aynı zamanda o bölgelerdeki tarım arazilerinin terkine sebep olmaktadır. Ekonomik durgunluk, sektördeki aşırı rekabet, enerji fiyatlarının yüksekliği, alım gücünde azalma, yem fiyatlarındaki artış, ihracatın durması gibi birçok etkenin bir araya gelmesiyle sektör sıkıntıya girmiştir. Bu sorunların hepsi gerekli teşvik ve yatırımlarla aşılacak ve Türkiye tek ve yegane ihracatçı ülke durumuna getirilecektir.

Kişi başına bir büyükbaş ve en az 3 küçük baş hayvan hedef rakamına ulaşılacak şekilde hayvancılık teşvik edilecektir. Bu orana gelinceye kadar devlet ücretsiz hayvan edindirme yoluna gidecektir. Ayrıca hayvancılığın önündeki yem ve bakımla ilgili tüm konular destekleme kapsamına alınacaktır.

SANAYİİ ÖNÜNDEKİ ENGELLERİN KALDIRILMASI

Sanayimiz dış piyasalarla rekabet gücünü azaltan birçok engel karşısında yaşam mücadelesi vermektedir. Rekabet gücünü engelleyen bu unsurlar Türk sanayisinin sadece karlılığını engellemekle kalmayıp kapasite kullanımını da daraltarak istihdamın da önünü kesmektedir. Bu engellerin bir başka ve çok önemli sonucu da sanayilerin gelişerek yeni alt sanayiler veya diğer sanayi kollarını beslemesinin önüne geçmeleridir.

Bu nedenle bu engellerin en önemlisi olan elektrik ve doğalgaz fiyatları çok ama çok cüzi rakamlarla sanayiciye ulaştırılacaktır. Bazı sanayilerin istihdam katkısı ve teknolojik üstünlük getirisi gibi özel durumları bulunması durumunda elektrik ve doğalgazın bu işletmelere bedava sağlanmasının önü açılacaktır.

Yüksek faiz ve düşük kur yerine yine sanayi tesisinin özel durumlarına göre düşük hatta sıfır faizli kredilerle desteklemeye gidilecektir. Uluslararası piyasalarda ihracat üstünlüğü sağlayacak kur politikası vazgeçilmez bir konu olacaktır. Bu sayede sanayi tesislerinin kriz dayanıklılıkları da artırılıp, sağlanan en yüksek avantajlı kur politikası ile dış piyasalarda istikrar elde edilerek stabil bir pazara elde edilecektir. Bu sayede istihdam ve üretimde süreklilik sağlanacaktır.

İstihdam üzerindeki yükleri kaldırmak adına SSK primleri minimize edilecek ve işveren payları düşürülecektir.

ÖTV ve KDV yük olmaktan çıkarılacaktır.

Özellikle üretim kapasitemiz olan ürünlerin ithali zorlaştırılarak gereksiz ürün ithalinin önüne geçilerek bu ürünlerde üretim ve kapasite artırımına gidilecek ve dış piyasalara ihraç eder konuma gelinecek.

Bankaların sanayimize yönelik kredi kullandırması yeniden düzenlenecektir. Sadece sanayi projelerini destekleyen faizden uzak sanayi bankaları oluşturulacaktır. Bu bankalar para satma mantığı üzerine değil; proje destekleme ve yaşatma üzer ne krediler sağlayacaktır. Gerek görülmesi durumunda proje ortaklıkları da yapılacaktır.

Yeni bir sanayi kolunun ülkemize kazandırılması ve bize ihracat üstünlüğü sağlayacak bir yapının oluşması durumunda her türlü teşvik sağlanacak ve tam destek verilecektir.

AR-GE VE YENİ YATIRIM PLANLARI

Türkiye kendi arabasını bugüne kadar üretememiş olmanın utancından 5 yıl içinde kurtarılmalıdır. Başta iyi bir otomobil olmak üzere diğer trafik taşıtları ile tarım ihtiyacına ve askeri ihtiyaca yönelik araç üretimi örnek bir sanayi durumuna getirilecektir. Bunun yanı sıra uçak, gemi, tren gibi diğer ulaşım araçları yerli üretime girecektir. Ar-Ge harcamaları arttırılarak yeni alanlarda hizmet verecek tesisler ihdas edilecektir. Her türden bilimsel araştırmanın önü açılacaktır. İlaç sanayi konusunda kendi ilaç sanayimiz oluşturulacaktır. Her türden biyolojik silaha cevap verecek bir alt yapı ile aşı, serum teknolojileri ilerletilecektir. Türkiye Sağlık Örgütü adı altında tüm insanlığa da fayda getirecek bir kurum geliştirilecektir.

İNŞAAT

Profesyonel bir meslek olarak müteahhitlik sertifikaları yeniden düzenlenecektir. Yazılı bilinen ilk kanun olan Hammurabi Kanunlarında ilk madde inşaatla ilgilidir ve evi yapan ustaya yüklenen sorumluluğa yöneliktir. Eğer inşaat eksik ve hatalı ise yıkılması sonucu oluşacak her türlü hasardan yapımcı sorumlu tutulmuştur. Türkiye’de var olan inşaat kalitesi son derece düşük ve düzensizdir. Derhal Bayındırlık ve Belediyeler üzeri sadece İnşaat yönetimine bakacak bir kurum oluşturulacaktır. Bu kurum kendi içerisinde de uzman birimlere ayrıştırılacaktır. Örneğin; konut sadece konut biriminin işi olacaktır. Sanat yapıları vb. yapı ve inşaat hizmetine giren her alan kendi birimine bağlı olacaktır. Bu birimler tüm Türkiye genelinde sadece ilgili oldukları yapı çeşitlerinin planlanması, denetlenmesi ve kontrolünden sorumlu olacaktır.

Nitelikli müteahhit sayısı kapsamında müteahhitlik şartlarında düzenleme yapılacaktır. Her meslek erbabı müteahhitlik yapamaz. Müteahhitlik hizmet işidir. Bu hizmet ile yatırımcı olmak birbirinden ayrılacaktır. Örneğin bir gıdacı bir bina yapmak istiyorsa bu bina için yatırımcı olarak ihale açacak ve bu binanın inşasını ancak yeterlilik sahibi bir müteahhit firma üstlenecektir. Bu sayede her yatırım gücü olanın kendi başına inşaat yapmasının önüne geçilerek müteahhitlik profesyonel bir meslek olarak nitelikli hale getirilecektir.

Kamu ve Özel Müteahhit ayrımı kalkacak.

Günümüz dünyasında Kamu yatırımları yerini özel yatırımlara bırakmaktadır. Bu nedenle hedef olan inşaatın kendisi olduğundan özel sektör tarafından inşa edilen bir hastane ile kamu tarafından inşa edilen hastane arasında bina ve yapı tekniği açısından fark olamaz. Bu nedenle kamu ve özel ayrımı ortadan kaldırılarak müteahhit için yapmış olduğu her proje devlet tarafından eşit statüye tabi tutulacaktır. Özel sektörde her isteyen müteahhit gibi davranarak inşaat yapamayacağı gibi kamuda da aynı şekilde hiçbir bakanlık kendi asli işi dışında müteahhitlik ile ilgili işlere soyunamaz. Özeldeki mantıkta olduğu gibi bakanlık sadece ihtiyacını inşaat ile ilgili oluşturulan kurumun ilgili birimine iletecek ve bundan sonraki tüm konular tesisin teslimine dek bu kurumun sorumluluğunda yürütülecektir.

TURİZM

Turizm ülkemizin en önemli gelir kaynaklarının başında gelmektedir. Yetişmiş eleman sıkıntısı gerek iç gerekse dış turizmin kalitesini düşürmektedir. Bu nedenle hızla turizm elemanları yetiştirecek uzman okulları açılarak bu alandaki personel sıkıntısı giderilecektir. Turizm tesislerini fiyatlandırmada bir kurum görevlendirilecektir. Turistlerin tercihleri fiyatsal olarak sınıflandırılacaktır. Tesislerin bölgeye ve o bölgedeki sektöre uygun hale getirilmesi ve oluşturulmasına dikkat edilecektir. Acente eğitimleri artırılarak uluslararası standartlarda hizmet kalitesine ve yabancı rakipleri ile seviyeye ulaştırılacaktır. Ülkenin her bölgesine yönelik turizm tesisleri teşvik kapsamına alınacak ve her bölge tanıtım fonu ile dünyaya açılacaktır. Tesis çeşitliliği ile turizm çeşitliliği artırılacaktır.

Turizm de ucuz turist anlayışına son verilecek kaliteli ve getirisi yüksek turist projeleri geliştirilecektir.

Turizmin önündeki engelleri kaldırmak için maliyetleri düşürmek adına turizmde SSK primleri minimize edilecektir.
ENERJİ SEKTÖRÜ

Türkiye’nin önümüzdeki maksimum 5 yıl içinde çözmesi gereken hayati meselesidir. Enerjide dışa bağımlılık azaltılarak 5 içinde enerji ihraç eden bir ülke durumuna gelmenin tüm yolları bulunacaktır. Yerli kaynaklarımızın varlığı, ancak onların tam değerlendirilmemesine son verilerek yerli kaynaklar hızla aktif hale getirilecektir. Yeni ve daha güçlü enerji yatırımlarına yönelim artırılacaktır. Petrol arama çalışmaları artırılacaktır. Türkiye kendi petrolünü ihraç edecek düzeye gelecektir. İç bünyedeki kaynakların harekete geçirilmesiyle doğal gaz ve yeraltı sularının da aynı şekilde temini sağlanacaktır. Komşu ülkelerde petrol ve gaz yatırımlarına katılarak Türkiye’nin girdi maliyetleri azaltılacaktır. Elektrik, petrol ve doğal gaz konularında pahalılık azaltılacak; bu kalemlerde vergi yükü azaltılarak kısa sürede sıfırlanacaktır.

Elektrikte kayıp – kaçak olayı önlenecektir. Elektrik fiyatında yeniden ayarlama yapılarak gelir seviyesi esaslı bir uygulama benimsenecektir. Devlet iş veremediği işsiz vatandaşından elektrik ve zaruri ihtiyaç için hiçbir talepte bulunamaz. Elektrik üretim ve iletim tesislerinin kapasite yetersizliğini gidermek için yeni ve ek yatırımlar yapılacaktır. Enerji çeşitliliği artırılarak değişik ve alternatif enerjide üstünlük elde edilecektir.

BİLİŞİM

KDV indirimine ilişkin yasal düzenlemelere dahil edilecek.

Yazılım sektörünün desteklenecek, mesleki eğitim teşvik edilip beyin göçü engellenecek ve genç girişimcilerin sayısı artırılacaktır.

Gençlerin projelerine destek vererek sektörü sanayi haline getirmenin yolu açılacaktır. AR-GE çalışmaları ve başarılı öğrencilerin yurt dışı eğitimi desteklenecektir. Bilgisayar kullanımı artırılacak köylere varıncaya kadar gerekli kurs ve destek sağlanarak bilgisayar kullanıcı sayısı çoğaltılacaktır.

Bayilik sisteminde mağazalarla olan destek farklılıkları ortadan kaldırılarak eşit rekabet hakkı sağlanacaktır.

MADEN SEKTÖRÜ

Atıl durumdaki rezervler teşvik kapsamına alınıp aktif hale getirilerek ekonomiye kazandırılacak ve gereksiz dış girdinin önü kesilecektir. İstihdam artırıcı konular desteklenecektir. Maden yönetimi tek bir elde toplanıp ilgili tek bir Bakanlık haline de getirilebilir. Madenlerimizin etkin kullanımının önündeki tüm engeller kaldırılacaktır.

Özel statüde olan madenlerin işlenmesi kamu eliyle yapılabilecektir. Yabancıya sınırlama getirilecektir.

Ötv, vergi, sigorta, prim, devlet hakkı gibi madencilik sektörünü olumsuz etkileyen unsurlar üretimin önünde engel olmaktan çıkartılacaktır. Bazı madenlerde suspanse oranları yükseltilecektir.

AR-GE yatırımları artırılarak madencilik, arama, işletme ve zenginleştirme süreçleri desteklenecektir. Bu destek gerçekleştirildiğinde madenlerimizin hammadde olarak ucuza ihracı yerine, yüksek katma değer ve istihdam yaratan rafine ve uç ürüne dönüştürülmesi sağlanacaktır.

Madencilik sektöründe iş güvenliği, işçi sağlığı ve çevre sağlığı ile ilgili köklü önlemler alınıp ödünsüz uygulanacaktır.

TEKSTİL SEKTÖRÜ

2004 yılında uzak doğu ülkelerine açılan kotalar yeni düzenlemelere tabi tutularak sektörün zarar görmesi engellenecek, gerekirse kota uygulamasına geçilecektir.

İhracat endeksli büyüme politikaları hayata geçirilecektir. Yüksek faiz düşük kur politikaları gibi ihracatın önünü kesen ve tekstilcimizin uluslararası piyasalarda rekabet gücünü azaltan para politikalarından vazgeçilerek üstünlük sağlayacak kur uygulaması izlenecektir.

İstihdam üzerindeki yükler kaldırılacak, sektöre istihdamı artırıcı teşvikler verilecektir. İşçilik maliyetlerinin üzerindeki kamu yükü kaldırılacaktır. Enerji ihtiyaçları teşvik kapsamında değerlendirilecek ve enerji fiyatlarında sektöre özel düşük fiyat uygulamasına geçilecektir. AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı anlaşmaların olumsuz yansımaları ortadan kaldırılacaktır.

DENİZCİLİK SEKTÖRÜ

Gemilerin limanlarda uzun süre beklemelerinin önüne geçecek alt yapı yatırımlarına hız verilecektir. Böylece ortaya çıkan maliyet yükselmelerinin önüne geçilecektir. Sektöre eğitim alt yapısı sağlanarak sektörün ihtiyacı olan yetişmiş eleman ihtiyacı karşılanacaktır. Amatör denizcilerin alt yapı ihtiyaçları giderilecek, bir deniz ülkesi olan Türkiye’de kapasite kullanımı artırılarak denizlerden faydalanma yolları çeşitlendirilecektir. Denizlerin korunması başta nasıl kullanılacağı yönünde eğitim müfredata alınıp ilköğretimde ders olarak verilecektir. Kıyılarımızla ilgili 1 yıl içinde büyük bir mastır plan yapılacak ve tüm yatırımlar bu mastır planına göre yeniden şekillendirilecektir. Kabotaj taşımacılığının önündeki engellerde düzenlemeye gidilecektir. Dış ticaret taşımacılığımızdaki payımızı artırılmanın yolları aranacaktır. Koster filoları yenilenerek çevre denizlerde mutlak üstünlük sağlanacaktır Tersaneler yenilenerek uluslararası üretim kalitesinin üzerine çıkartılacak ve yeni tersanelerle kapasite artırımına gidilecektir. Türkiye gemicilik sektöründe artık ürün ihracında üst seviye bir ülke haline gelecektir.
Share this article :

0 yorum:

Speak up your mind

Tell us what you're thinking... !

topads

Bu Web Sitesi Ahmet Reyiz Yılmaz Resmi Sitesi Değildir
 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Proudly powered by Blogger
Copyright © 2011. Ahmet Reyiz Yılmaz | MHP Genel Başkan Adayı - All Rights Reserved
Template Design by Creating Website Published by Mas Template