Headlines News :
Home » » Türkiyede Ekonomi İçin ne Düşünüyor

Türkiyede Ekonomi İçin ne Düşünüyor

Written By Blogspot on 22 Temmuz 2009 Çarşamba | 04:19

EKONOMİ BÖLÜM 1

Türkiye’de yaşanmış olan krizlerin temel nedeni öngörü yoksunu ve art niyetli yönetimlerin uyguladıkları para politikalarıdır. Dünyanın da içine düşmüş olduğu bu mevcut kriz, Türkiye’yi daha az etkileyebilirdi. Bu hükümet de ne yazık ki ters para ve kur politikaları nedeniyle geçmiş dönemlerde olduğu gibi sadece parasal işlemlerle zenginleşen grupların büyümesine yardımcı olmuştur. Bir taraftan düşük kur ile kendi ihracatını yok eden hükümet, diğer taraftan ithalata dayalı ve üretimi kısırlaştıran bir ekonomik modeli benimsemiştir. Diğer hükümetler, değeri düşürülen paraya dayalı kur politikası ile milletin hazinesini yabancılara talan ettirirken, bu hükümet ters bir işlemle değeri artırılan para ile hazineyi boşaltma yoluna gidip değerli para ile milletin gururunu okşayarak soygun yoluna gitmiş ve milletimizin borcunu kat be kat arttırmıştır. Her iki kur politikası da netice olarak hazineye para satanları zenginleştirmekten, üretimi düşürmekten ve buna bağlı olarak da işsizliği arttırmaktan başka hiçbir işe yaramamıştır. Kapasite kullanımı düşerek işyerleri teker teker kapanmıştır.

AKP değerli para ve ters spekülasyon yolu ile para tüccarlarını zengin ederken milletimize "Bakın paramız değerlendi’ imajı vererek her konuda olduğu gibi bu konuda da milletimizi büyük bir aldatma ile kandırmıştır. Değerli para mantığı ile çıkılan bu yolda Türkiye daha önce yaşamadığı bir sorunla da karşı karşıya bırakılmıştır. Özellikle emlak başta olmak üzere birçok emtiada fiyat enflasyonu yaşanırken ısrarla hükümet düşük enflasyondan bahsederek milleti bir garip ekonomik kargaşa içerisine sokmuştur. Bu sayede Türk halkı yeni bir ekonomik hastalıkla tanışmıştır. Şöyle ki, TL karşısında ezilen diğer paraların karşılığı olarak emtia ve emlak değerleri hükümet eliyle Türkiye’de reel yani gerçek fiyatların çok üzerinde bir seviyeye çıkması sağlanmış ve bu da kısa bir süre sonunda piyasalarda durgunluğa yol açmıştır. Örnek verecek olursak; Türkiye’de son 7 yılda emlak değerlerinde en az 4-5 kat yani % 500’ler üzerinde bir artış gerçekleşmiş ve böylece zenginlerin zenginlikleri katlanarak artmıştır. Öte yandan memura, işçiye ve çalışan insanımıza gelir açısından aynı oranda bir artış olmaması nedeni ile milletin gerçek alım gücü daha da kısır ve düşük hale getirilmiştir. Bu durumun aşılması için ise insanlarımız son derece tehlikeli olan bir sürece hükümet eliyle itilmiştir. Bu da, konut ve diğer bireysel kredi ve kredi kartı tuzaklarıdır.

Emlak piyasası ve diğer ihtiyaçlar karşısında geliri aynı oranda artmayan insanlarımızın aradaki alım gücü farkını kapatmak adına, alım güçlerini arttırmak için yasal tefecilik ile gelecekleri borç ve ipotek altına alınmıştır.

İnsanlar, olmayan paraları ile borçlandırılarak 2-3 yıl gibi sahte bir sürecin içerisine AKP tarafından itilmiştir. Bugün gelinen süreçte ise, hem devletimiz hem de insanlarımız toplam borç yükünü 220 milyar dolardan yaklaşık 500 milyar dolara getiren neredeyse borç yükünü 2,5 katına çıkaran AKP iktidarı ile karşı karşıya kalmıştır. Faizle milleti borçlandıran ve geleceğini elinden alan bir iktidar ve bir liderle karşı karşıya kalan milletimiz, durumunu her açıdan sorgulamak zorundadır. (*)

ÖZELLEŞTİRME

Türkiye “liberal ekonomi” adı altında ortaya atılan sahte söylemlerle talan edilmiştir. Borçlanmanın bu kadar yüksek bir seviyede olduğu bir ülkede, borç ve faiz vanaları kısılıp, kapatılmadan KİT‘lerinizi satarak ekonomik rahatsızlıklarınızı gideremezsiniz. Nitekim AKP, Cumhuriyet tarihimiz boyunca devlete milletin malı olarak kazandırılmış ne varsa satmıştır; buna rağmen hepimizin gördüğü gibi bu satışlarla İMF’ ye olan borç dahi kapatılamamıştır. Öte yandan, borç yükümüz de hızla artmaya devam etmiştir. Burada şunu sormamız gerekmektedir: Sadece 30 milyar dolar özelleştirmeden gelir elde ettiğini iddia eden hükümet nasıl olur da 22 milyar dolar tutarındaki İMF borcunu kapatamamıştır?

Borçlarımızın ödenmesine hiçbir katkısı olmayan özelleştirmeler yapılarak bu değerli kurumlar milletimizin ve çocuklarımızın elinden alınıp AKP’nin içindeki ve dışındaki yandaşlarına satılmıştır. Bu durum insanımıza ciddi ve büyük istihdam kaybettirirken, devlete de gelir sağlayan kurumların heba edilmesi anlamına gelmiş ve işsizliği de artırmıştır. Yetim hakkı yememe iddiası ile iş başına gelen iktidar ve onun lideri, yetimin değil yetimden doğacak olanların dahi haklarını yedirmek yolu ile milletimizin bu değerli kaynaklarını yok pahasına elden çıkartmıştır.

IMF İLİŞKİSİ

Türkiye’nin IMF ile hiçbir kredi ihtiyaç ilişkisi ekonomik olarak bulunmamaktadır. IMF ile olan ilişkiler siyasi tavizler nedeni ile sürdürülmektedir. IMF, milletimizin tepesine beceriksiz siyasiler eliyle çöreklendirilen ve sürekli milletimizin aleyhinde kanunlar çıkartılmasını salık veren bir yapıdır. Türkiye’nin bu gereksiz ilişki kıskacından bir an önce çıkartılması daha sağlıklı bir ekonomi için ön şarttır. AKP bu ilişkiyi bitirme cesaretini göze alamamaktadır. Nedeni ise siyasi olarak kendi iktidarının tehlikeye düşeceği endişesidir.

AB ve GÜMRÜK BİRLİĞİ

Bu konu, Türkiye’nin önündeki hastalıklı meselelerden bir diğeridir. Gümrük birliğinin Türkiye’de toptan kalitenin yükselmesi adına faydası inkâr edilemez; ama ihracatımızı yok eden, üretimimizi zayıflatan bu ilişki başlangıçtan itibaren AB lehine fayda sağlamaktan başka hiçbir işe yaramamıştır. Yeniden ülke menfaatlerimizi koruyacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Bu düzenlemenin önünde AB üyesi olmadığımız için hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle derhal bu birliktelik gereksiz malların ithalini ortadan kaldıracak ve ihracat kabiliyetimizin önünde engel olmayacak bir şekilde düzenlenmelidir. Bu sayede, üretim kabiliyetine sahip olduğumuz malların yurt içi üretimi artırılarak, bir yandan gelir elde edilecek diğer yandan istihdamın önü açılacaktır. Türkiye Gümrük Birliği ile Avrupa mallarının satış tezgâhtarı durumuna düşürülmüştür.

AB yerine APEC ve NAFTA gibi ekonomik olarak daha da güçlü olan örgütlere üyeliklerin yolu aramalıdır... Bu örgütlerin AB’ den sayıca daha fazla ve yeni pazarları Türkiye’ye açacağı unutulmamalıdır. Bu örgütlere girişimizi sağlayacak ülkelerle olan ekonomik ve siyasi ilişkilerimiz masaya yatırılmalı ve bu işbirliği örgütlerine katılımın formülü bulunmalıdır. Örneğin, NAFTA’ ya giriş için Amerika’nın Türkiye’den onca talebi elde etmiş olmasına rağmen, bugüne kadar bu girişin elde edilememiş olması ise sorgulanması gereken bir diğer siyasi zafiyettir.

FİNANSAL YAPIMIZ

1980 yılında başlayan kamu bankalarını iyice küçültülerek fon piyasasını özele geçirme süreci AKP eliyle hızlandırılarak neredeyse tamamlanma durumuna getirilmiştir. AKP hükümeti temelde hatalı olan bu uygulamayı bir adım daha öteye taşıyarak özel sektörümüzün elinde bulunan ve kamuya ait olan bankaların bir kısmını da yabancıya devretmek yoluyla ülkemizin ve milletimizin finansını yabancıya teslim etmiştir. Sn. Başbakan şu sözü lütfen iyi okusun: 1800'lü yılların ikinci yarısında İngilizler yayılmacılıklarını ve finansal kuvvetlerini parasal hâkimiyetleri sayesinde arttırınca, Fransa bu durumun mimarı olan Rothshcild ailesinin Avrupa finansını yönlendiren adamlarından Mayer Rothschild’a Fransa Cumhurbaşkanlığı teklif etmiştir. Fransız Parlamentosu tarafından kendisine şöyle denir: “Ekselansları lütfederlerse, kendilerini Fransa Cumhurbaşkanı olarak görmekten büyük onur duyarız.” Fakat bankacılığın babası sayılan bu ailenin büyük oğlu Mayer şu cevabı verir: “Bana bir ülkenin finansını bırakın, kanunlarını kim yaparsa yapsın”. Bu cevabı Sn. Başbakan ve AKP yöneticilerine atfediyorum. Umarım son 7 yılda finansımızı yabancıya teslim eden, bu beceri ve basiret yoksunu anlayış bu sözden gereken dersi çıkartarak milletimizin başına ne sıkıntılar açtığını iyice idrak eder…

ÇÖZÜM VE YAPACAKLARIMIZ

TÜRKİYE KENDİ DİNAMİKLERİYLE KONVERSİYONA GİDEBİLİR

Türkiye'nin borçlanma modeli ve finans yapısındaki bozulma 1980 sonrasında başlamıştır. Bu sürecin, ekonomistlerimiz tarafından daha dikkatle incelendiğinde kamu bankalarının özele devri ile başlayan yani devlet hazinesinin borçlanma kaynaklarının el değiştirerek özel banka eliyle özel şahsiyetlere devredilmesiyle başlayan bir bozulma süreci olduğu görülür.

Bu durumun en önemli sonucu şu olmuştur:

Kamunun sahip olduğu ve hazinenin borçlanmasına kaynak teşkil edecek olan millete ait fonların, aracıların elinde toplanıp yüksek faizle hazineye satışının önü açılmıştır. Piyasadaki fonların özel şahsiyetlere, özel bankalar eliyle geçmesiyle kamu kontrolünden çıkan ve özelde toplanan fonlar nedeni ile hazine ve hükümetler pazarlık gücünü ellerinden çıkarmak gibi büyük bir yanlışın içerisine düşmüştür. Bu süreç 30 yıldır Türkiye’de hemen hemen her hükümet tarafından müdahale edilmeden kamunun özele transferi şeklinde devam etmiştir. Ne yazık ki son 30 yılımızda finans yapımızdaki bu değişim incelendiğinde özetle şunu görmekteyiz: 1980 öncesi Türk finans sisteminde kamunun sahip olduğu banka ve şube sayısı ve bununla orantılı fon tutarı % 85'ler oranında kamu sektörünün elinde iken Türkiye’nin iç borcu hemen hemen hiç yoktu; dış borcu ise sadece 13,6 Milyar $ kadardı. Öte yandan, özel finans kurumu ve bankaların şube sayısı ve sahip oldukları fon miktarı ise sadece %15 civarındaydı. Hazine, fon gücünü elinde tutan kamu sayesinde faiz oranlarını da belirleme gücüne sahipti…

Değerli milletim; Bu oranın halk dilindeki anlamı şudur: Devletimiz kendi finans sistemi üzerinde hakim güç olduğu için 1980 öncesinde yüksek faizle borçlanmaya ihtiyacımız yoktu; çünkü devlet kendi kaynakları üzerinde tasarrufunu göz önünde tutarak, hazine ihtiyacı veya piyasalardaki faiz oranını istediği şekilde kontrol edebiliyordu. Bugünkü mevcut durum ise, 1980 öncesinin tam tersidir. 30 yıllık süreç sonunda ve AKP’nin hızlandırılmış katkısı ile geçmişteki bu oranlar tam tersine dönerek milletin finansal gücü özel sektör ve yabancıların eline bırakılmıştır. Yani devlet, faiz ve finans yönetimi üzerindeki etki ve gücünü özel sektör ve yabancılara devretmiştir. Şu an itibari ile özel sektör ve yabancıların elinde bulunan banka ve şube sayısı ile fon yönetimi, geçmişin aksine % 85 civarında iken bu oran kamu bankalarımız açısından sadece % 15 civarındadır. Bu rakam ve oranlardan sonra Başbakan ve AKP hükümetinin % 15’e dahil olan Halk Bank ve Ziraat Bankasının özelleştirme gayretinin ne anlama geldiğini siz değerli milletime bırakıyorum!!!Gelinen finansal yapıdaki bu durumun anlamı ise şudur:

Bankalar eliyle fon kontrolünü elinde tutan özel şahsiyetler kendilerini tatmin eden faiz oranlarını görmedikleri sürece hazineyi finansal olarak desteklememektedirler. Böylece Türkiye’de arzuladıkları kar oranlarını yakalamaları için gereken faiz ayarlamalarını, gerek faiz oranları ile gerekse kur – faiz ikilisindeki ayarlamalarla tespit ederek hükümetleri bu şekilde ekonomik olarak kontrol altına almaktadırlar. Aynı zamanda bu yabancı ve özel şahsiyetler kendi ekonomik menfaatlerinin yanı sıra siyasal ve politik beklentilerinin karşılanmaması durumunda ellerindeki bu güç ile her an finansal sistemimizi sallama ve krize sokma güçlerine de sahiptirler.

Öyle zannediyorum ki çizmiş olduğum bu tablo bize,

Yukarıda belirttiğim gibi kendisine 1800'lü yılların başlarında Fransa’nın yönetimi teklif edilen ve bu teklifi reddeden Almanya’da yaşamış ve modern bankacılığın da kurucularından olan Mayer Amschel Rothschild‘ın haklılığını iyice göstermektedir.

ACİL OLARAK YAPILMASI GEREKENLER

Derhal 30 yıllık finansal çöküşümüzden gerekli dersi çıkartarak, kamu fonlarını kontrol edebilecek bir finansal reform sürecine girilmesi gerekmektedir. Sahip olduğumuz kaynaklarımıza daha düşük faizlerle ya da hemen hemen hiç faizsiz ulaşabilme imkânının önü açılmalıdır. Bunun için ise kaynakların kamu bankalarına transfer süreci hızlandırılmalıdır. Bu nedenle, kalan kamu bankaları güçlendirilip yanlarına ilave fon toplayan yeni kamu bankaları kurulmalı, PTT Bank gibi kurumların fon toplaması sağlanmalı ve buna yenileri ilave edilmelidir. Diğer yandan kamu sektörünün harcama ve finans ile ilgili tüm işlemleri kamu bankaları üzerinden yürütülmelidir. Gereksiz aracı fon kuruluşlarının türetilmesine son verilmelidir. Milletin kaynaklarının kamu eliyle maliyetsiz veya en düşük maliyetle kullanılması sağlanmalıdır. Böylece, yukarıda bahsettiğimiz “Konversiyon” sağlanarak artık insanlarımızın borç ve faiz yükü altında ezilmekten kurtulmalarının yolu açılmış olacaktır... Her şeyden önce bunların yapılması durumunda devlet yeniden finansına söz geçirir duruma gelerek milletin zenginlikleri ve değerleriyle beraber faiz batağında yok olup gitmesinin önüne geçebilir.

Share this article :

0 yorum:

Speak up your mind

Tell us what you're thinking... !

topads

Bu Web Sitesi Ahmet Reyiz Yılmaz Resmi Sitesi Değildir
 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Proudly powered by Blogger
Copyright © 2011. Ahmet Reyiz Yılmaz | MHP Genel Başkan Adayı - All Rights Reserved
Template Design by Creating Website Published by Mas Template